Rüya

 II.

   Ulises kendini sık çam ağaçlarıyla kaplı bir ormanda buldu. Hava karanlıktı gün çoktan batmış ya da batmaya yüz tutan güneşin son ışıkları ağaçların sıklığı yüzünden ormanın içerisine kadar giremiyordu. Nereye olduğunu bilmeden yürüyordu Ulises. Ulvi bir varlık sanki onunla iletişim kurmak istiyor gibiydi Ulises bunu hissediyordu. Gök tüm hırcınlığıyla gürlemekteydi. Buna rağmen havada yağmur kokusu değil kar kokusu vardı. Ara sıra çakan şimşeklerin cılız ışıkları ormanın içini bir anlığına aydınlatıyordu. Ulises bu eski ormanda ne işi olduğunu, buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Tek hatırladığı şey en son uzun bir bekleyişin içinde olduğuydu. Ama neyi bekliyordu bu kadar uzun zamandır, onu da hatırlamıyordu.

   Sakin adımlarla etrafına görebildiği kadar bakarak ilerlerken tüm ormandan geliyormuş gibi aynı yönden aynı anda gelip kulaklarına ulaşan bir ses duydu; ''Sen, Kurtulmuş Orman'a giren ölümlü beden! Ne cüretle o cılız ayaklarını bu tasasız topraklara sürüyorsun?'' Ulises irkilerek bu şiddetli sesin karşısında kulaklarını kapadı ve çöktü. Kendini korumak istemişti bir an ama ses o kadar ani ve o kadar net bir şekilde gelmişti ki bedeninin tüm hareketi bir refleks olmaktan öteye gidememişti. ''Korkak!'' diye gürledi bu sefer bu vahşi ses. Ulises gerçekten de daha önce duymadığı bir korkuyla kulaklarını olabildiğince kapamış olmasına rağmen bu vahşi sesi gayet açık ve olan tüm gücüyle duyuyordu. Bir müddet sessizlikten sonra bu sefer de bir lirin çıkarabileceği en yumuşak ses tonlarını andıran bir ses duyuldu; ''Sakin ol Kurt. Bu faninin bu topraklara kendi ayaklarıyla gelmediği çok açık. Niyetini şimdi anlarız.'' Ulises hala çömeldiği yerdeydi. Fakat bu sesle birlikte biraz olsun kafasını kaldırıp korku içerisinde de olsa etrafına bakınabildi. Ama ormanda kendinden başka kimsenin varlığına dair bir işaret yoktu.

   ''Söyle o halde hiç masum göz yaşına sebep oldun mu?'' dedi Kurda ait olan ses, ''Hiç bile isteye bir masumun canını yaktın mı?''. Ulisesin aklı durmuştu. Adeta kendini sorguya çeken bu sese karşı cevap vermek bir yana ne cevap vereceğini bile düşünemiyordu. ''Aslan mısın yoksa çakal mı?'' diye bir soru daha geldi vahşi sesten. ''Aslan gece avlanır, bu fani bu halde avcıdan çok bir ava benziyor. Çakallar da bilirsin ki tek dolaşmaz Kurt. Fakat bu faniden başka Kurtulmuş Orman'ımızı rahatsız eden kimse yok.'' diye yanıtladı soruyu yumuşak tonlu ses. Ulises denilenlerden hiçbir anlam çıkartamıyordu. Sadece bu iki kudretli varlığın hakkında verecekleri hükmü bekler gibi bir hali vardı.

   ‘’Yoksa bu fani Uyandırılacak olan mı Kuzu? Buraya kadar dikkatimizi çekmeden gelebilenler genelde Uyandırılmaya aday olan faniler oluyorlar. Böylesine cılız beden böyle bir yükü kaldırabilir mi ki Kuzu?’’ dedi Kurt. Ulises artık iki varlığın da net bir şekilde ayrıtına varmıştı. Kurt olan korkunç bir sese sahip, hırçın bir varlık gibiydi. Diğerinin ise Kuzu olduğunu Kurt’un söylediklerinden anlayan Ulises Kurt ve Kuzu’nun bildiği kurt ve kuzudan çok daha farklı varlıklar olduğuna emindi ama neden Kurt ve Kuzu diye birbirlerine sesleniyorlardı? Normalde kurt denen yaratığın bir kuzuya yapacağı tek şey mideye indirmek olurdu.

   ‘’Beden, kas, kütle, sayı üstünlüğü. Bunların sadece bakan göze etki eden anlamsız şeyler olduğunu sen de benim kadar iyi biliyorsun Kurt. Böyle cılız gözüken fanilerin akıllarını kullanarak yapabildikleri şeyler her zaman bizi şaşırtmıştır, unutma.’’ dedikten sonra kadifemsi ses yine doğrudan Ulises’e seslendi; ‘’Ulises, içindeki çakalı öldürdün mü, yoksa hala bir kuzu musun? Ulises, yer kürenin yitik yazgısı. Kaderinin peşinden gidecek misin yoksa bizi bulamadan terk mi edeceksin?’’

   Ulises içini dolduran bu sesin içindeki korkuyu söküp attığını fark etti. Adını söyleyen bu varlığa karşı sanki onu çok yakından tanıyormuşçasına bir güven duydu. Yavaşça ayağa kalkıp artık konuşma sırasının kendine geldiğini düşünmeye başlamıştı ki ağaçların arasında karanlığın içerisinde iki çift göz gördü. Ona bakan, onun içine bakan, içindeki kendinin bile bilmediği kendine doğrudan gözlerini dikmiş iki çift göz. Donup kalmıştı, ta ki bir yıldırım tüm gök kubbeyi sanki yırtarcasına patlayıp bu iki çift gözün sahiplerini bir anlığına görünür kılana kadar.  

Yorumlar