Artık Çok Geç Hanımağa 1



   Taze mezarın başında kıpırtısız duruyordu. Yeni gelinliğinden bu yana zaman zaman hayalini kurduğu o anlardan biri gelmiş çatmıştı. Sonunda gönül rahatlığıyla mezara tükürebilirdi, onca hakaret ve aşağılama ile geçen yılların ardından. Bu fırsatı şimdi değerlendirmeyip sonraya bıraksa şu an içinde hissettiği o keskin kinin sivri uçları zamanla aşınıp körelebilirdi. Köyün hocası da dahil herkesin gittiğinden emin olmak için etrafına hızlıca bakındı. Sabahın ilk ışıklarından beri uslu fakat kararlı bir halde yağan sonbahar yağmurunun sakin damlaları arasında, cılız çam ağaçlarının arkasında kocasını gördü. Adam sanki oraya alelade iliştirilmiş bir palto gibi belli belirsiz duruyordu, silik. Hep silik bir insandı kocası, beraber aynı köyün içinde büyümüşlerdi ve aklının erdiği zamandan beri hatırladığı; onu hep silik bir insan olarak gördüğüydü. Köyün geri kalanı gibi. Her zaman taktığı ve görende adeta kafasıyla bütünleşmiş izlenimi veren kırmızı şapkası, böyle cemaatle bir araya gelinen anlar için alınıp saklanmış ve oldukça az giyilmiş gömleği ve pantolonu, mezarı kazıp ölüyü saklarken cenazeye katılan herkesinkinden daha fazla çamurdan nasibini almış ayakkabılarıyla uzakta duruyordu. Kocasının yüzü başka tarafa dönük olsa da bunun sebebinin aslında onu dikkatle izlediği olduğunu bilecek kadar fazla zamandır evliydiler. ‘’Salak herif.’’ diye tısladı sadece kendisinin duyabileceği kısık bir sesle Hanımağa. Sonra aniden irkilerek bakışları önündeki taze mezara gitti. Her ne kadar ölmüş olsa da bir annenin önünde oğluna karşı edilen her hakaret uygunsuzdu. İrkilmesine neden olan şeyse tamamen dalgınlığıydı. Yattığı yerden kaynanasının onu duyabilmesinin imkânı yoktu, hala yaşıyor olsa bile üzerinde onca toprak varken bu mümkün değildi. Ama yıllar içinde benliğinin en derinlerinde biriken leş gibi bir korku yine de hala ona uygunsuz davrandığını hatırlatıyordu. Yıllara da korkuya da lanet etti. ‘’Böyle bir hayat yaşamama ne kadar sebep olduysan o kadar dik yat o mezarda.’’ diye sondan bir önceki duasını etti kısık sesle kaynanasına.

   Tüm köyde kuru bir karış toprak bırakmamak için ant içmiş gibi yağan yağmur bu duanın ardından gelecek olan tükürüğe, o nefret içeren bir parça suya ister istemez mâni oldu. Kırk senelik yeminin alevi hali hazırda yağan yağmurla iyice küçülmüş, kocasını fark etmesiyle de arkasında göğe yükselen cılız bir duman bırakarak sönüp gitmişti. Belki de on yedi yaşındaki bir kızın öğlen güneşi sıcağı gibi kavurucu o nefreti şimdiki altmış üç yaşındaki halinde yerini batmaya yüz tutmuş akşam güneşine bırakmıştı. Kim bilir? Sonra biraz âdet yerini bulsun, biraz da kocası artık rahat bir nefes alsın diye ellerini açıp son duasını etti kaynanasına. Bunun gerçek anlamda kayınvalidesine ettiği son dua olduğunun belki o da farkındaydı belki de kendi kinini Hanımağa bile farkında olmadan küçümsüyordu. Dünya güneşin etrafında kırk altı kere dönse de dünya aynı dünya, güneş aynı güneş, o da  bir zamanlar o on yedi yaşındaki kızdı sonuçta. Bilinmekten artık bilinçaltına işlenmiş kelimeler ezbere dökülürken dudaklarından sabahtan beri yaşadığı hengâmeyi düşündü..

Yorumlar