I.
İri yağmur damlalarının, damları herhangi bir sonbahar sabahından daha güçlü dövdüğü bir sabahtı. Dün gece yan köyden yalın gelen habercinin getirdiği haber Ulises’in ender kaçan uykusunu sanki geride eser kalmayacak şekilde Vavey Dağı’na kaçırmıştı. Köyün büyüklerinin dediklerine göre; kimisine göre on, kimisine göre yirmi harman vaktinde bir –kimisine göreyse belli bir zaman düzenine tabii olmadan- yirmi bir köyün eteklerine kurulduğu Vavey Dağı’nın zirvelerinde yeri kimsenin bilmediği dolayısıyla kimsenin de bu güne kadar görmediği mağarasından, yaşının; kimisine göre yetmiş, kimisine göre doksan kimisine göreyse belli bir zamana tabii olmadığı için yaşının bir öneminin olmadığı bir büyücü bu yirmi bir köyün içinden; köylere köylülere, hayvanlara, ekin tarlalarına musallat olan kötü ruhları defetmek, insanların içine işleyen zalim dürtüleri baskılamak için elindeki asasıyla geçip giderdi. En azından onu hayatında en çok üç defa görmüş olan köyün büyüklerinin anlattıkları buydu.
Habercinin vardığı andan itibaren köy halkını meraklı bir bekleyiş almıştı. Çoğu bu büyücüyü hayatlarında ilk kez görecekleri için görmeye değer biri olarak düşünmüşlerdi. O gün yapacağı işleri bırakmış büyücü geldiğinde ona sunmak için yiyecekler hazırlamaya başlamış, evini, evinin önünü bu önemli konuğa hoş gözükmek için temizlemeye koyulmuştu fakat gerçeklerden kimsenin haberi yoktu. Aradan yıllar geçtikten sonra onlar da daha önce büyüklerinin yaptıkları gibi torunlarına yeniden böyle bir zaman geldiğinde hiç görmedikleri büyücüyü gördüklerini iddia edeceklerdi.
Ulises’in yaşadığı evde ise durum sıradan bir günden farksızdı. Anne, babası ve bir de ondan küçük kardeşiyle yaşayan Ulises her zaman yaptıkları gibi günlük işleri babasının direktifleri doğrultusunda yapmaya başlamışlardı. Bunlar hemen her gün yaptıkları sıradan şeylerdi. Ekinleri biçmek, biçilen ekinleri depoya taşımak, sahip oldukları hayvanlara bakmak gibi. Köy halkı açısından böylesine önemli günlerde Ulises yine ara vermeden çalışmalarına çok içerlenirdi. Köyde ne zaman bir kutlama olsa, ne zaman bir bayram gelse bütün köy geleneklere bağlı kalıp bazı ritüellerini yerine getirirken onlar durmadan çalışırlar ve bu kolektif kutlama ve ritüellerin hepsini uzaktan izlerlerdi. Babasına göre böyle ufak tatil zamanları çalışmak için bulunmaz fırsatlardı. Ulises için ise herkes ile birlikte bu güzel atmosfere katılmak küçüklüğünden beri hep özendiği ama yine katılmadıkları bir gösteri gibiydi.
Ailenin reisi olarak Ulises’in babası kötü bir adam sayılmazdı. Fakat önem verdiği şeyler diğer insanlara kıyasla biraz farklıydı. Gelenekler onun gözünde sadece sembolik şeylerdi pek bir anlamları yoktu. Diğer insanların ne düşündüklerini çok fazla umursamasına rağmen yine de onların ortak sevinçlerini paylaşmazdı. Çalışıp hak ettiği şeylere sahip olabilmek Ulises’in babası için en önemli şeydi. Bu çalışma kavramı tüm aileyi kapsayıp neredeyse aralıksız bir şekilde sürmeye devam etse de.
Ulises’in gözünde ise babası yer kürede korkulacak tek adamdı. Bu korkunun farkına vardığından beri kaynağını düşünüp dururdu. Babası ona ender durumlar hariç hiç vurmamıştı. Ona eziyet de etmiyordu. Fakat Ulises ne zaman babasının hoş karşılamayacağı bir şey yapsa -ki babasının hoş karşılamadığı şeyler epey çoktu- bütün vücudunu ve aklını saran o korku onu boğacak bir hale gelirdi. Bu korku yüzünden de Ulises hiçbir zaman babası ile normal bir iletişim kurmamış, neredeyse hiç sohbet etmemişti. Aralarında gayet resmiyete dayanan bir iletişim vardı. Hal böyle olunca da Ulises o gün büyücüyü görmek istediğini bir türlü babasına söyleyememiş, en azından bugün çalışmayıp biraz olsun dinlenerek tüm köy için önemli olan bu olaya onlarında biraz önem vermesi gerektiğini düşündüğünü sadece kendine saklamıştı. Bu durumu korkusunu yenip babasına söylese bile izin alamayacağına kendini çoktan inandırmıştı. Fakat merak denen duygu içini öyle bir kemiriyordu ki belki de ilk defa kendi başına, babasının karşı çıkacağı bir şeyi babasına rağmen yapacak ve o büyücüyü mutlaka görecek belki şansı yaver giderse onunla sohbet edecekti. Kafasına koymuştu.
Köyde bekleyiş tüm gün boyunca sürdü. Bu esnada da Ulises ve ailesi tüm gün çalıştı. Yağan yağmur da ara sıra etkisini kaybetti arada sırada ise tüm yerküreyi kırbaçlar gibi yoğun bir şekilde yağdı. Akşamüstü aile için dinlenme vaktinin başlangıcıydı. Köy halkı için ise beklenen büyücünün artık bugün köye ulaşamayacağının habercisiydi. Herkes umudunu bir sonraki güne bırakmıştı. Ulises hariç. O hala büyücünün akşam veya karanlık dinlemeden köye geleceğini belki de kimsenin haberi olmadan geçip gideceğini düşünüyordu.
Evdeki herkes akşam yemeğinden sonra dinlenmek için köşesine çekildiğinde Ulises bir fırsatını bulup kendini sokağa attı. Diğerleri onun nereye ve niçin gittiğini bilmiyorlardı. Hatta evden çıktığının farkına varmaları bile uzun sürerdi. Farkına vardıklarında ne olacağını ise Ulises düşünmek istemiyordu. Onun tek motivasyonu büyücüyü bir kez olsun görmekti. Yağmurdan kendisini biraz olsun korumak için sırtına kalın keçe kabanını almış köyün en yüksek tepesine doğru yola koyulmuştu.
Tepeye vardığında -ki köylüler bu tepeye üstünde tek başına yükselen bir çınar ağacından dolayı yalnız çınar tepesi derlerdi- sakin sakin yağan yağmurdan biraz olsun kendini korumak için çınar ağacının dibine oturdu ve köyün girişini gözlemeye başladı. Tüm günün yorgunluğu ve epey bir zamandır uyumamanın etkisi ile birlikte Ulises’in göz kapakları onun yegane gayesine ihanet edercesine düşmeye başlamıştı. Artık iyice ıslanmış ve bir o kadar da ağırlaşmış kabanı üstüne çöktükçe Ulises uykuya dayanamaz hale gelmişti. Derken sakin sakin yağan sonbahar yağmuru kendisinden çok beklenmeyen bir şey yaptı. Bir yıldırım Ulises’in dibine oturduğu çınar ağacına kondu.
Yorumlar
Yorum Gönder